14 Mart 2017 Salı

Her günün Vazgeçilmezi Kahve Hakkında Bilmediklerimiz...



       Dost sohbetlerini şenlendiren, kırk yıl hatırı olduğu söylenen, kimi zaman aşka kimi zamanda yalnızlığa içilendir kahve. Bir tamirci çırağı ile plaza da çalışan iş adamını ortak noktada buluşturan dır kahve. Güne zinde başlatan, zihni berraklaştıran, damağı çatlatan lezzetidir kahve. Aynı ağaçtan alınan çekirdekleri aynı kişi kavurup demlese bile tadı farklı olan gizemdir kahve... Bu kadar hayatımızın içinde olan içeceği biraz tanımak ister misiniz? nerede kim buldu? nasıl bir meyvedir? tarihi? çeşitleri nelerdir? gibi bir çok sorunun yanıtını merak ediyorsanız buyurunuz...

           Osmanlıdan dünyaya yayılan sonra bir şölen şeklinde yeniden bize gelen yegane içecektir kahve. Nice devrimler, savaşlar, sömürgeler görmüştür. Petrol den sonra en büyük ticaret alanı oluşturan ürün olarak bilinir. Kahve bir kültürdür ; olgunlaşan meyvelerin tek tek toplanması, öğütülüp çekirdeklerinin çıkarılması, yıkanması, çekirdeklerinin ayıklanması, kıtalar aşıp kavrulması ve sevilen şekilde demlenmesi, o müthiş kokusu ile damağımızda bıraktığı tat, verdiği haz büyüleyici bir seremoni gibidir.

           Kahvenin ekimi, işlemesi, ticareti, ulaşımı ve pazarlaması dünya çapında milyonlarca insana istihdam sağlamaktadır öyle ki sadece Etiyopya 30 milyon aile kahve ile geçimini sağlamaktadır.

            Türkiye’de 2012-2013 döneminde kişi başına 595 gram olan kahve tüketimi, 2015-2016’da 920 grama ulaştı. Dünyada en çok kahve tüketen ülke Finlandiya. Finlandiya’da kişi başına yıllık kahve tüketimi 9.6 kilogram olurken günlük kahve tüketimi de 2,64 bardaktır. İlk sıradaki Finlandiya Norveç, Hollanda, Slovenya, Avusturya, Sırbistan, Danimarka, Almanya, Belçika ve Brezilya takip ediyor.

         Kahve kaynaklarda ;kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyasının Coffea cinsinde yer alan bir ağaç ve bu ağacın meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesi ile elde edilen tozun su ya da süt ile karıştırılmasıyla yapılan içecektir olarak anlatılıyor.  



         Kahve ağacı beyaz ve hoş kokulu olan (kokuları kimi zaman yasemin kimi zamanda portakal çiçeğinin kokusunu andırır.) çiçekler açar ve çiçekler açtıktan bir kaç saat içinde kahve çekirdeklerinin olduğu kırmızı kiraza benzeyen( ben daha çok kuş burnuna benzettim) dönüşmeye başlar.

         Kahve ağacı bol yağış ve 800-2000 metre arası yükselik isteyen bir ağaç türüdür. Tropikal iklimde yetişir. Ülkemizde Mersin Anamurda deneme ekimleri yapılmıştır.  

           Dünya genelinde yetiştirilen 3 farklı ağaç arasında da üretimi ve ticareti en çok yapılan Arabica (Coffea arabica) ve Robusta (Coffea canephora) cinsi kahve çekirdekleridir. Liberica türü yalnızca Filipinler'de yok denecek kadar az miktarda yetiştirilmekte ve bu nedenle ticareti çok az yapılmaktadır. 



          Endonezya da üretilen Luwak kahvesi en orijinal kahve türlerinden biridir, Luwak isimli hayvana günde bir defa verilen kahve çekirdekleri Luwak'ın midesinde fermentasyon'a uğradıktan sonra dışkı ile atılır ve bu kahve çekirdekleri yıkama, kurutma gibi işlemlerden geçtikten sonra en dünyanın lezzetli kahvelerden birine dönüşür. 

          Bir bardak kahvede 150 mg kafein bulunmaktadır. Buda beynin kimyasını değiştirmeye yetmektedir. Uykuyla bağlantılı olan adezonun hareketini engelleyerek insana dinçlik hissi vermektedir. Kahve antioksidan barındırdığı için ölçülü tüketim pek çok fayda sağlayabiliyor.  

         Kahvenin bulunma efsanesi ise kutsal bir meslek olarak kabul edilen etiyapyalı bir çobanın (ismi kaldi dir) keçilerini otlatırken keçilerinin davranışlarında bir farklılık sezer. Kırmızı küçük meyveler yiyen keçilerinin daha hareketli ve farklı davrandıklarını görmesi üzerine bu meyvelerin tadına kendide bakar ve verdiği dinçlik hissi hoşuna gider. Bir çok kaynakta Kahvenin bu şekilde keşfedildiği yazmaktadır. 

        14. yüzyılda Kahve Etiyopya'dan Yemene geçmiş olup, yeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. Kahveyi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen'deki sufi tarikatıdır. 

                                        

       Kahvenin Türkler'e ulaşması ise Yavuz Sultan Selim döneminde (1517) Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmesiyle olmuştur.  Bu dönemde kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup dibek ile dövülerek toz haline getiriliyor ve cezvelerde pişirilerek ikram ediliyordu. 

        Kahvenin avrupa ya ulaşması ise Osmanlıyla ticaret yapan venediklilerin kahveyi venediğe götürmeleri sonucunda oldu. 1640 larda italyada ilk kahve açıldı ve sayıları hızla arttı. 1645 pariste, 1651 de ingilterde ilk kahvehaneler açıldı.  Kovboy içeceği olarak bildiğimiz kahvenin amerikaya ulaşması da bu tarihlerde olmuştur. Amerikada ilk kahvehane 1689 yılında Boston'da açılmıştır. İngilizlerle çay yüzünden yaşadıkları anlaşmazlıktan dolayı bir ara çay alımını durdurup, çay yerine kahve tüketmeye başladılar. 

      Kahve bulunduktan sonra içki tüketimi azaldığı söylenmektedir, 1700 lü yıllarda alman Büyük Frederick Almanların geleneksel içecekleri olan bira tüketiminin azalması üzerine kahveyi yasaklamıştır, yine fransada napolyon tarafından ingilizlerle yapılan savaş sırasında kıtasal sistem adıyla çıkardığı yasa (kendi kendine yetebilme) sebebiyle kahveyide yasaklamıştır. 

      Kahve üretimi yapan ülkeler şu şekildedir; Brezilya, Vietnam, Kolombiya, Endonezya, Etiyopya, Meksika, Hindistan, Peru... Üretim miktarına göre sıralanmıştır.  Yani dünyanın en büyük kahve üreticisi Brezilyadır.

     Gelelim tüketimini yaptığımız kahvelere, her ülkenin kendi damak tadına göre bir kahve tüketme kültürü vardır. Kahvenin iki önemli aşaması olan kavrulma ve demlemesinin bir çok yöntemi vardır.




     Hazır Kahve (İnstant - Çözünebilir) : Farklı  yöntemlerle granül hale getirilen kahve çekirdeğinin sıcak su ile karıştırılması elde edildiği yöntemdir. Pratik olması nedeniyle dünya da en çok tercih edilen yöntemdir denilebilir. 

     Türk Kahvesi: İnce çekilmiş çekirdekler su ve şeker ile karıştırılarak bakır cezve içerisinde kaynamaya yakın bir sıcaklığa kadar ısıtılması yöntemidir. Diğer hazırlama teknikleri ile mukayese edildiğinde posası (telve) ile tüketilen tek hazırlama yöntemidir.

      Mırra: Şanlıurfa'ya özgü, birkaç kez demlenerek hazırlanan acı kahve dir.

      Espresso: İtalya kökenli bir hazırlama yöntemi olup  ince çekilmiş kahve çekirdekleri içerisinden, yüksek basınç yardımıyla yüksek sıcaklıkta ve az miktarda su buharının geçirilmesi tekniğidir. Bu işlem sırasında kullanılan su miktarı kullanılan kahve miktarına oranla azdır. Bu nedenle bu yöntemle elde edilen kahve daha sert, daha konsantre ve daha güçlü olur. Espresso hazırlama yöntemi bugün dünya genelinde tüketilen birçok farklı kahve türünün temelini oluşturur.

      Filitre Kahve: Orta kalınlıkta çekilmiş kahve çekirdeklerinin bir filtre üzerine konulması ve öğütülmüş çekirdeklerin üzerinden sıcak su geçirilmesi yöntemidir. Sıcak su, öğütülmüş çekirdeklerin içerisinden geçerken yapısında bulunan yağ asitleri, renk ve aroma maddelerini beraberinde taşır ve posa (telve) filtre üzerinde kalır. 

       French Press (Fransız Usulü Basınçlı Kahve): Orta kalınlıkta çekilmiş kahve çekirdeklerinin, özel bir süzgeci ya da filtresi olan pistonlu bardaklar içerisinde sıcak su ile karıştırılarak bir süre bekletilmesine dayanan hazırlama yöntemdir. Özel süzgeçli veya filtreli pistonlu bardaklarda sıcak su içerisinde bekletilen öğütülmüş çekirdeklerin aroması, yağ asitleri ve rengi kısa sürede sıcak suya geçer. Pistonun aşağı doğru itilmesi ile birlikte posa (telve) piston altında kalırken posasız sıvı kısmı üst tarafta kalır. Bu yöntemde kullanılan pistonlu ekipmana French Press ismi verilir.

Americano : Espresso’ya sıcak su eklenip yumuşatılmış haline verilen isim.

Affogato : Sütlü bir tatlının (genellikle dondurma) üzerine espresso dökülerek hazırlanan bir yiyecek.

Cappuccino : Espresso üzerine, su buharı ile köpük haline getirilmiş süt eklenerek hazırlanır.

Cafe au Lait : Süt miktarı kahve miktarından fazla olan Fransız usulü sütlü filtre kahveye verilen isim.
Cilveli Kahve : Ülkemizde Manisa yöresine özgü bir Türk kahvesi türüdür. Pişirilip fincana 
aktarıldıktan sonra köpük üzerine çifte kavrulmuş bademin çekilerek serpilmesi ile hazırlanır.

Cinnamon Roast : Çok kısa bir süre fırınlanarak tatlandırılan çekirdeklere verilen isim. Asit oranı yüksektir ve genellikle karışım kahvelerde kullanılır.

Con panna : Espresso’nun üzerine çırpılmış süt kreması eklenerek hazırlanır.

Corretto : Espresso’ya likör ilave edilerek hazırlanır. Likör olarak çoğunlukla grappa, sambuca veya brandy kullanılır.

Dibek Kahvesi : Esas olarak dibek, kahve çekirdeği öğütme şeklidir. Çekirdeklerin taştan yapılmış bir havan (dibek taşı) içerisinde dövülerek (ezilerek) elde edilen ince yapılı çekirdeklere dibek adı verilir. Bu şekilde öğütülen çekirdeklerden hazırlanan kahvenin ismi de aynı şekilde adlandırılır.

Espresso Risretto : Espressonun daha konsantre halidir. Espresso makinesindeki kahvenin içerisinden yüksek basınç altında daha az miktarda yüksek sıcaklıkta buharın geçirilmesi ile elde edilir.

Granita de Cafe : Buz ile hazırlanan soğuk espresso.

İrlanda Kahvesi :Namı değer Irish Coffee. Sıcak filtre kahve, İrlanda viskisi ve şekerin karıştırıldıktan sonra üzerine süt kreması konularak servis edilir.

İngiliz Kahvesi : Hazırlanışı İrlanda kahvesi ile aynıdır ancak viski yerine cin kullanılır.

Kava Turecka : Çekoslavakya’da (şimdi Çek Cumhuriyeti) Türk kahvesine verilen isim. Ffarklı olarak biraz daha kalın çekilmiş çekirdeklerle hazırlanır ve daha büyük fincanlarla servis edilir. 

Latte : Espresso'nun üzerine sıcak süt ve süt köpüğünün ilave edilmesi ile hazırlanır.

Lungo : Espresso’nun makinede daha uzun süre tutulup filtrelenmesi ile elde edilir. Espresso’ya oranla yaklaşık iki kat daha fazla su kullanılır.

Latte Macchiato  : Sıcak süt ve süt köpüğünün üzerine espresso eklenerek hazırlanır. Diğer kahve türlerinden ayrılan en önemli özelliği, hazırlanırken, süt kahvenin üzerine değil, sütün üzerine kahve dökülür.  

Macchiato : Espresso'nun üzerine çok az süt köpüğü ilave edilerek hazırlanır. Aroması ve lezzeti biraz sert olduğu için çeşitli aromalar eklenerek lezzet kazandırılıp sertliği azaltılır.

Menengiç Kahvesi : Menengiç bitkisinin kahve çekirdeğine benzeyen meyvelerinin kurutulup kavrulmasından sonra çok ince çekilerek aynı Türk kahvesi gibi hazırlanan kahveye verilen isim.

Mırra Kahvesi : Daha çok Orta Doğu ülkelerinde ve ülkemizde Güney Doğu Anadolu illerimizde tercih edilir. Çok ince çekilmiş çekirdekler önce Türk kahvesi gibi pişirilmeye başlanır. Kaynadıktan sonra telve süzülür, telveden ayrılan kahveye su ilave edilerek tekrar tekrar kaynatılır.

Mocha : Latte’ye çikolata eklenerek hazırlanır.

Rus Kahvesi : Hazırlanışı İrlanda kahvesi ile aynıdır ancak viski yerine votka kullanılır.

Sumatran : Düşük asit oranı olan bir Endonezya kahvesi.

Supremo : Sabahları içilmesi tercih edilen Kolombiya kahvesi.

Süvari Kahvesi : Çoğunlukla şeker ilave etmeden hazırlanan ve fincan yerine çay bardağı ile servis edilen Türk Kahvesi.

Vienna Roast : Orta derecenin biraz üzerindeki sıcaklıklarda fırınlanmış kahve çekirdeklerine verilen isimdir. Bu fırınlama yönteminde çekirdeğin aromatik yağı yüzeye tamamen çıkmaz. En çok tercih edilen fırınlama yöntemidir.

Viennese  : Espresso’ya çikolata ve krema ilave edilerek hazırlanan Viyana usulü kahve.

Yaşlı kahve : Sıcak ve nemli havada depolanan yeşil kahve çekirdeklerine verilen isim.

Bunların dışında ilginç kahveler ülkerine göre şu şekildedir; 

Vietnam`dan yumurtalı kahve, 
Finlandiya`dan peynirli kahve, 
İtalya`dan Roma Usulü Espresso: içinde limon vardır,
Arjantin`den Lagrima: sütün içine az miktarda kahve damlatılması ile yapılan kahve, İspanya`dan Bonbon: süt reçeli ile yapılan kahve,
Fas`tan baharatlı kahve,
Hong Kong`dan çaylı kahve,
Almanya`dan Pharisaer: rom ve çırpılmış krema ile yapılıyor.
Senegal`den Café Touba: içinde karanfil ve çeşitli baharatlar var.
Jamaika`dan Portakallı kahve: portakal ve tarçın ile yapılan kahvedir.
Meksika`dan Cafe Del Olla: kilden yapılan kupalarda pişiriliyor ve yanına lokuma benzeyen pilancillo ile servis ediliyor.
Etiyopya`dan Buna: kömür ateşinde tava da kavrulan kahve sürahi ile ikram edilir.     

Kahve ile ilgili kitapların listesi aşağıdaki gibidir:

Kahve ve Sağlık - Hamdi Alkan
Kahve Tutkusu - Anette Moldvaer
Kahve - Topraktan Fincana - Cenk R.Giringol
TürKahve ve Kahvehane -  Dr. Mete Soytürk   
Kahvesi ve Lokumun Öyküsü -  Ulla Heisek 
Sohbetin Bahanesi Kahve - Deniz Gürsoy 

Kahve ile ilgili faydalı olabilecek belgeseller:

https://vimeo.com/171837440 
https://www.youtube.com/watch?v=v7PDKJl2oqQ
https://www.youtube.com/watch?v=urNe_qHwkIA

        Kahve ile ilgili bulabildiğim bilgileri özet şekilde anlatmaya çalıştım, daha detaylı bilgi almak isterseniz baktığım bazı kaynaklar aşağıdaki gibidir:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Kahve
http://www.kafecan.com/tr/kahvenin-tarihcesi
http://www.cemkarakus.com/kahve-hakkinda-bilmeniz-gerekenler/
http://www.trthaber.com/foto-galeri/dunyanin-en-ilginc-kahveleri/8211/sayfa-1.html
http://www.kahvve.com/

11 Mart 2017 Cumartesi




Bisiklet...
Ne zaman yorulsam hayattan,
Ne zaman binse sırtıma yükü,
Ne zaman yalnız hissetsem kendimi,
Ne zaman sıkılsam yalanlardan,
Ne zaman hasret kalsam yeşile, maviye,
Ne zaman mutlu olmak istesem,
Ne zaman nefes almak istesem,
işte o zaman bisiklet ....

3 Mart 2017 Cuma

KRİPTOLOJİ-ŞİFRELEME


 



         Dan Brown un en çok satan kitaplarından olan dijital kaleyi okuyunca kriptoloji konusunda bir merak oluştu bende. Kitabın konusunda abd nin gizli bir istihbarat biriminin her türlü şifreyi kırabilecek bir makine ile tüm dünyayı takip ettiğini ancak eski bir çalışanın sonsuz anahtar deneme yöntemi ile bile kırılamayacak bir şifreleme algoritmasının ortaya çıkarması ile gelişen olayları anlatıyor. Kitapdaki gerçeklik payıda snowden düşünülünce yadsınamıyor. Edward Snowden bilindiği gibi  dünyanın bir çok bölgesinde insanların telefonlarının ve maillerinin takip edildiğine dair gizli bir çok belgeyi açığa çıkarmıştı. (2016 yapımı Oliver stone un yönettiği Snowden   filmini izleyebilirsiniz. ) Ufakda olsa bir araştırma yaptım ve gördüğüm haberler, seyrettiğim filmler, okuduğum kitaplar canlandı gözümde, aslında gündelik hayatında ne kadar içinde olduğunu farkettim kirptolojinin yani şifrelemenin.
        Bir çok şifre kullanıyoruz günlük hayatımızda sosyal medya hesaplarımız (facebook, instagram, tweter vs.), kredi kartlarımız, maaş kartlarımız, internet bankacılığına girmek için kullandığımız şifreler, cep telefonumuzu, bilgisayarımızı açmak için kullandığımız şifreler, iş yerlerinde ve oturduğumuz binalarımıza girmek için kullandığımız şifreler,  e-postalarımız, hatta arabalarımızın alarmları bile belli kodlar ile şifrelenmiş durumda, örnekleri artırmak gerekirse;  günümüzde akıllı ev tanımı ortaya çıktı nedir bu akıllı ev; cep telefonu ile evdeki cihazları yönetebiliyorsunuz mesela siz eve gelmeden kombiyi veya fırını çalıştırabiliyorsunuz veya kapınızı cep telefonunuzdan gönderdiğiniz şifre ile açılabildiğini, düşünsenize sizin için hayati önem taşıyan bilgilerin yabancı ellere geçtiğini. Çoğu insanda bunlarla ilgili kötü bir olay yaşamadan gerekli önemi vermiyor. Kartal Göz (Eagle Eye ) D.J. Caruso'nun yönettiği 2008 yapımı filmi izlemenizi tavsiye derim. Her türü elektronik cihaza hükmedebilen bir yapay zeka insanları nasıl yönlendirildiğini anlatan güzel bir film.  Bunlar kişisel güvenliğimizle ilgili olan bölümü , esas önemli olan ise devletler arası yaşanan istihbarat savaşlarıdır. İkinci dünya savaşını enigma şifresini çözen Allan turing in savaşı iki sene önce bitirilmesine yardımcı olduğu ve  tahminen 14 milyon insanın hayatını kurtardığı söyleniyor. Günümüzde istihbarat örgütlerin teröristlerin mesajlaşmalarını çözerek bir çok olayı önlediği aşikar. Teröristlerinde her çözülen şifreden sonra da kendilerini yeni yollar aradıkları ve akla gelmeyecek yöntemler denedikleri biliniyor.

         Kirptoloji kaynaklarda şu şekilde anlatılmış; Kriptoloji, şifre bilimidir. Çeşitli iletilerin, yazıların belli bir sisteme göre şifrelenmesi, bu mesajların güvenlikli bir ortamda alıcıya iletilmesi ve iletilmiş mesajın deşifresiyle uğraşır.Kriptoloji bilimi kendi içerisinde iki farklı branşa ayrılır: Kriptografi; şifreleri yazmak, Kriptoanaliz; şifreleri çözmek ya da analiz etmek.


Tarihten günümüze kadar, bazı şifreleme teknikleri şunlardır:
Sezar şifrelemesi
Rotor makinesi (Enigma)
Açık anahtarlı şifreleme
Çırpı fonksiyonları
Veri gizleme teknikleri
        İlk kriptolog, 4000 yıl önce yaşamış Mısırlı bir katiptir. Efendisinin hayatını anlatırken hiyeroglifleri şifrelenmiş bir şekilde oluşturmuştu ve bazı hiyeroglifler daha önce hiç kullanılmamıştı.
        Heredot’un anlattıklarına göre eski Yunan’da şifreli bir mesaj gönderilmek istendiğinde, kölelerin kafa derisi üzerinde mesajlar aktarılmaktaydı. Önce bir kölenin kafası tıraş edilir, daha sonra da ilgili mesaj kafasına kazınır ve saçlarının uzaması beklenirdi. Birkaç ay sonra da köle, hedefine doğru yola çıkar ve gittiği yerde tekrar kafası tıraş edilerek mesaj okunurdu.
       Günümüz dekine benzer şekilde gizli mesaj iletme amacı taşıyan ilk şifreleme çalışmalarından biri M.Ö. 5-7. yüzyıllarda Spartalılar tarafından kullanılmış. Scytale adı verilen silindir görünümündeki araç, üzerinde bulunan sembollerin yerlerinin değiştirilmesiyle şifrelenmiş mesajı taşıma işlevinde kullanılmış. Sıra değiştirmeli şifreleme türünün bir örneği olan ve Spartalılar tarafından savaşlarda kullanılan bu yöntemin hata payının düşük fakat çözülme olasılığının yüksek olduğu belirtiliyor.

         Roma imparatoru Julius Sezar  gönderdiği mesajların okunmaması için üç yana kaydırma mantığını kullanan bir şifreleme yöntemi geliştirmiştir. Sezar, mesajlarındaki yazılarda, örneğin “A” harfi yerine “D”, “B” harfi yerine “E” kullanmaktaydı. Örneğin: budahayat blog   şifreli hali: EYGDJDBDV EOSG gibi. bu yöntem zamanla çözülmesi çok kolay bir hal almıştır.
        1. Dünya Savaşı'nda Almanların çözmemesi için bir Amerikan Telefon ve Telgraf şirketinden bir çalışan olan Gilbert Vernam tarafından hazırlanan “bir kerelik bloknot” yöntemi, savaş boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin mesaj güvenliğini sağlamıştır. Bu sistemde şifrelenecek metin ASCII kodundaki karakterlere dönüştürülür ve bir kez şifreyi çözmede kullanılacak gizli anahtar, mesajı okuyan kişi tarafından imha edilirdi. Böylece tek seferlik mesajlaşmalar güvenli bir iletişimi oluştururdu.

        1918 yılında arthur scherbius enigma adında bir makine yaptı. Dış görünüşü daktiloya benzeyen  Enigma yunancada gizem ve bulmaca anlamına gelir.  2. Dünya Savaşında ise filmlere konu olan Enigma makinesi Almanların en güvendiği şifreleme tekniğiydi. Ruslara esir düşen bir Alman savaş gemisinde ele geçirilen Enigma makinesinin İngiliz şifre kırıcılar tarafından çözülmesi ile savaşın kaderini değiştirmiştir. Almanların tüm haberleşmesini dinleyen İngilizler, bu bilgi ile uzun süre Almanların ne yapacaklarını erkenden öğrenip ona göre taktik hazırlama şansına sahip olmuşlardır.  Allan turing enigma şifrelerini çözen bir makine yapmış ve savaşın erken bitirilmesinde en önemli role sahip olmuştur. Yaptığı cihaz ve yapay zeka ile ilgili çalışmalar bilgisayarın atası sayılmaktadır.  Allan turing gerçek hayatını anlatan Yapay Oyun (The Imitation Game)  filmi 2014 yılında vizyona girmiştir.  Yine bu dönemlere denk gelen hayatı oldukça ilginç olan matematik dehası john nash in hikayesini de 2001 yapımı akıl oyunları (A Beautiful Mind)filminden seyredebilirsiniz. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır.


      Açıkcası diğer şifreleme yöntemlerinin detaylarına girmeyeceğim bu işle uğraşmayanlar için can sıkıcı olabilir.   Günümüzde kriptoloji yani şifreleme çok karmaşık ve ileri bir düzeye gelmiştir. Öyle ki bilim insanları DNA ya işletim sistemi ve çeşitli dosyalar yükleyip tekrar veriler bozulmadan alabildikleri deneyler yapmaktalar ve bu bilgilerin yüz yıl saklanabileceği söyleniyor. Sadece 1 gram DNA’da 215 petabyte (220 bin terabyte) veri konabiliyor . Bilgi güçtür diyip yazıyı burada noktalıyorum...

25 Şubat 2017 Cumartesi


PAPATYAM...

Kökün o kadar sağlam mı ki, Papatya?
Taht kurmuşsun en sarp kayanın başına…
Neden öyle tir-tir titriyorsun
En tıfıl esintiyle…
Papatya salına-salına eğilip kulağıma
“Sen bakma benim böyle salındığıma
Bu benim bahar günlerimdir
O dem gelip geçtiğinde
Köküm öyle sağlam ki derin kayalarda…”

Can Yücel

24 Şubat 2017 Cuma

Selfie de Son Nokta Airselfie


           Teknolojinin bu hızı insanı bazen dehşete düşürüyor, gün geçmiyor ki  insanı şaşırtacak yeni icatlar çıkmasın piyasaya. İşte bunlardan bir tanesi Airselfie, insanlar önce eğilip bükülerek kendilerini bir kol boyunda telefonun ekranına sığdırmaya çalıştılar, sonra selfie çubukları ile garip görüntüler verdiler şimdi olaya nokta konulacak galiba :)

          İngiliz bir şirket tarafından geliştirilen ürün piyasaya çıkmaya hazırlanıyor, telefona adapte edilen bir aparat sayesinde cebinizde uçan bir drone taşıyabiliyorsunuz hemde avucunuzun içinden havalanan bir drone.  bu aparat aynı zamanda cihazı bir çok kez şarj edebiliyor  ve bu sayede Airselfieniz toplamda 3 er dakikalık periyotlar halinde  1 saat kadar havada kalabiliyor, fotoğraf çekmek için kendini havada sabitleyebiliyor, zamanla daha uzun süre havada kalanları daha iyi kamerası olanlar çıkacaktır,Andiroid ve İOS la uyumlu Airselfie yi Telefonunuza yüklediğiniz program ile kontrol ediyorsunuz. Teknik özelliklerine bakacak olursak, Cihaz 52 gr ağırlığında olup, Airselfie nin kasası alüminyumdur. 5 mp hd kameraya sahip cihazın üzerinde küçük ama çok güçlü 4 adet motor bulunuyor. 3 dakika havada kalabilen cihaz 20 metre kadar havalanabiliyor. Cihazın üzerinde bulunan micro usb sayesinde pc ye bağlanarak veri alış verişi yapabiliyorsunuz. Dahili Pil 7.4 v 240mAh, Micro SD kart 4GB dahili teknik özellikleri olduğu görülüyor. 




           Cihazın fiyatı 300 dolar civarı olması bekleniyor. Ön siparişler ve detaylı bilgi için :https://www.kickstarter.com/projects/1733117980/airselfie adresine bakabilirsiniz.


           Ayrıca benim gördüğüm kadarıyla bilim adamları bu drone işine acaip takmış durumdalar, öyle ki geçenlerde bir haber gördüm http://www.aljazeera.com.tr/haber/drone-ambulanslar-geliyor detayına bakabilirsiniz, yoğun tarfikte acil sağlık durumlarına müdahale zamanını en kısa süreye düşürecek uçan ambulans drone lar tasarlanmış. Yakın gelecekte bunların arabaların yerini alacağını düşünüyorum, geleceğe dönüşdeki uçan arabalar gerçekmi oluyor :) 

23 Şubat 2017 Perşembe

Buda Geçer Derviş Hikayesi


           
   


           Dervişin biri uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varır.  Karşılaştığı köylülere kendisine yatak ve yiyecek verebilecek olan biri olup olmadığını sorar. Köylüler Dervişe evlerimiz çok küçük seni ağırlayacak yerimiz yok deyip iki kişi önerirler, derler ki  şakir in evi geniş gönlü zengindir o seni misafir eder, ikinci zenginde hattat dır , Derviş Şakir in çiftliğine gider orada çok güzel ağırlanır, Şakir in aile side kendide gönlü geniş ve misafirperver insanlardır, Derviş derki ''çok teşekkür ediyorum böyle zengin ve iyi bir insan olduğun için hep şükret olurmu şükretmeyi unutma Şakir'', Şakir şöyle cevap verir ''hiç bir şey olduğu gibi kalmaz bazen görünen gerçeğin kendisi değildir, BUDA GEÇER...''
           Derviş bu sözü yolda uzun uzun düşünür ve aradan yıllar geçer ve Dervişin yolu yine Şakir in köyüne düşer, Şakir in evine gider derviş ve Şakir in evinde yeller estiğini görür, köylülere Şakir i sorar Derviş, ''he Şakirmi  der köylüler o iyice fakirleşti o hattatın yanında çalışıyor''.  Derviş hemen hattatın yanına gider Şakir i bulur eski dostu yaşlanmıştır, çökmüştür, üzerinde eski püskü kıyafetler vardır, 3 yıl önceki bir selde sığırları telef olmuş, evi yıkılmış topraklarıda işlenemez hale geldiği için 3 yıldır hattatın yanında çalışmaktadır. 3 yıldır ona hizmetkarlık eder. Şakir bu sefer dervişi mütevazı evinde misafir eder kıt kanat olan yemeğini onunla paylaşır, Derviş Şakire üzülme ben çok üzüldüm senin bu haline dua et Allah büyüktür, Şakir dervişe asıl sen üzülme der, unutma BUDA GEÇER...
          7 yıl sonra Dervişin yolu yine Şakirin köyüne düşer, hattat bir kaç yıl önce ölmüş ailesi olmadığı için bütün mallarını Şakire bırakmış, Şakirin evleri toprakları hayvanları olmuş, Derviş arkadaşını bu halde gördüğü için sevindiğini söylemiş ama Şakirin cevabı yine aynı olmuş: Derviş BUDA GEÇER....Derviş şaşkınlık içinde bu adamda herşeye buda geçer diyor diye düşünmüş ...      
           Derviş yine yıllar sonra Şakirin köyüne gelmiş gelmişki arkadaşı Şakir vefat etmiş köylüler mezarını göstermişler bir tepede mezar taşında BUDA GEÇER yazılıdır, Derviş demiş ki mezar taşınada buda geçer yazdırmış bundan ötesi varmı..
           Derviş ertesi yıl Şakir in mezarını ziyaret edip dua etmek istemiş, ama bakmış ki ortada mezar yok sel gelmiş mezarı alıp götürmüş hiç bir iz bırakmamış...
           O yıllarda ülkenin hükümdarı kendisini çok kötü hissetmekteymiş ve demişki bana öyle bir yüzük yapın ki canım sıkkınken ona dokunayım ona bakıyım sıkıntım geçsin, neşeliyken ona bakayım beni tembelliğe itmekten  alıkoysun. Herkes yüzük yapıp getirmiş ama padişah hiç birini beğenmemiş, Dervişin aklına Buda geçer gelmiş, koşmuş yüzükcüye bu yazıyı yazdırmış padişaha bu yüzük hediye edilmiş, Padişah aradığı yüzüğü bulmuş...
                 Dünya da her şeyin gelip geçici olduğunu , zenginlikten fakirliğe fakirlikten zenginliğe, hastalıktan sağlığa sağlıktan hastalığa ince bir çizgide yaşadığımızı anlatan güzel bir hikaye. Dürüst, yalansız,  doğrudan yana bir  hayat yaşamak dileğiyle...

Not: resim http://www.grafimx.com/photo/115525 siteden alınmıştır.

1980 lerde Çoçuk Olmak Benim Gözümden....



            1980 lerde dünyaya gözlerini açıp çoçukluğunu doyasıya yaşamış biri olmanın değerini şimdi daha iyi anlıyorum galiba. Zor zamanlardı; 1980 darbesi olmuş memleket karışmış, katı kurallar uygulanmaya başlamış, ekonomi zor durumda, ekmek bile karne ile dağıtılır olmuş, ama aile, akrabalık, komşuluk, arkadaşlık daha sıcak ve gerçekçiydi. Cep telefonlarına ve bilgisayarlara esir olmamıştık henüz, kanka değil kan kardeşiydik parmağımızı keser  parmaklarımızı birleştirir kan kardeşi olurduk şimdi herkes bir biriyle kanka.
           Nutellayı ancak almanyadan akrabalarımız gelince görürdük, salça ekmek sürer dışarı çıkardık, misketlerimiz vardı rengarenk, gazoz kapaklarından top yapar oynardık ders aralarında, üstümüzde siyah önlüğümüz beyaz yakamız cebimizde her daim mendil, selpak da yoktu ozamanlar, karbonatdan gazoz yapma deneyleri yapar, evden yürüttüğümüz soğanları bahçelere eker büyütürdük, pinokya bisiklet hayallerimizi süslerdi, dokuz  taş, yakar top, saklambaç, çelik çomak, ortada sıçan oynar sokakların tadını çıkarırdık, her yer beton değildi, pazar tahtalarından kaleler yapar karşı mahallenin çoçuklarıyla savaşırdık, elmalar , ayvalar, kirazlar, erikler, incir ağaçları hala mevcutdu komşu evlerin bahçelerinde ve biz staratejilerimizi meyvelere dalmak için yapardık, bilgisayar oyunları için değil , 
          Şimdilerde hd , full hd, ultra hd diye giderken tv kaliteleri ozamanlar siyah beyazdı tv ler, sabah istiklal marşı ile açılırdı, kanal değiştirmek evdeki en küçüğün işiydi, anteni çatıda ayarlamak babanın,  çizgi film denilince hala aklıma; voltran, he-man, redkit, tom ve jery, ninja kaplumbağalar, taş devri yaba daba duuu geliyor, dizilerde ise; perihan abla, uzaylı zekiye, bizimkiler( unutulmaz replikleri: dunkof, konuşma cıvık cıvık diyen Abbas,  halil pazarlama halil pazarlama, tahta kafa, canımın içi ibrikçi, sevim koşş :) , kaynanalar, kara şimşek, dallas , alf, yalan rüzgarı, elm sokağı freddy, cosby ailesi, kuntakinte, dr kimble, mavi ay, bonanza, görevimiz tehlike, aşk gemisi , a takımı, cahrlinin melekleri, altın kızlar, lesi, süper nine, mag gayver... 
          Pazar günleri daha bir neşeli olurduk, western filmler olurdu kahvaltı öncesi hevesle izlediğimiz, Barış Manço olurdu adam olacak çoçukla, pikniklerimiz olurdu komşularla, akrabalarla gidilen, cenk koray olurdu tele kutu ile, erkan yolaçlı evet hayır, 80 lerin sonlarında parlement sinema kulübü ile tanıştık; , vandame lı kan sporu, bruce lee,  e.t ,ölü ozanlar derneği, rain man yağmur adam, terminatör, örümcek adam, süper man, indiana jonse,   zor ölüm serisi hala devam ediyor :) racky, rambo, star wars, geleceğe dönüş favorimdir , Batman, hele Jean-Claude Van Damme filmlerini seyretdikten sonra uyumak ne mümkün, iki kanepe arası bacak açma hareketini çoğu kişi denemiştir herlade :) 
         Kış günlerinde kömür kırardık babamızla doğalgazmız yoktu, su ve elektrirk ise genelde kesintiye uğrardı, kömür sobamızın üstünde pişen ekmeğin tadını bulmak ne mümkün şimdi, zevkle yenirdi kestaneler soba üstünde pişince, güğüm diye bir şey vardı ve su güğüm ile ısıtılırdı sobanın üstünde banyo için pazar günleri, merdaneli makinelerde yıkanan çamaşırlarımız soba borusuna asılan tellerin üzerinde kurutulurdu,  evin en güzel köşesiydi sobanın arkasına attığımız minderli köşe....
        Müzik indirmek için internetimiz yoktu ama kaset çektirmek için listeler yapılırdı, listede baş sıralarda; Grup Gündoğarken,  MFÖ, Minik Serçe Sezen Aksu , ilhan İrem, Zerrin Özer, Kayahan, Nilüfer,Coşkun Sabah, Feri Tayfur, Ümit besen gelirdi. Walkman olanlar şanslıydı sokaktada dinleyebilirdi kasetlerini....
       Bayramları iple çekerdik yeni kıyafetlerimiz baş ucumuzda uyumak için, bayram namazlarını kaçırmazdık, harçlıklarımızı toplardık el öpmeler ile sonra gelsin torpiller, kız kaçıranlar, çatapatlar, mantar tabancaları, leb lebi tozu , gazoz tadında sakız, fanta, tamek meyve suları...
       Futbolda bir başkaydı futbolcularda; pele, maradona,van basten,gullit,rijkard , hazan vezir, oğuz, aykut, hami, lemi, metin ali feyyaz üçlüsü, zoran smoviç, cevad prekazi (1989 monaco - gs maçında 37 metreden attıgı gol unutulmazdır) , tanju çolak, şeytan rıdvan, schumacher ve daha niceleri, küfür yoktu tirbünlerde, centilmendi futbolcular, TRT den izlenirdi derbiler...
        Güzel yıllardı unutulmayacak ruhumuzu derinden etkileyen, şimdilerde ise çoçuklarımızı  kapının önüne bile yanlız bırakamadığımız paranoyalı yıllar, kötülük her yerde ve günden güne artıyor, iyi insanlar ise 80 lerin özleminde sessiz sedasız yaşlanıyor....